31 Ekim 2025 Cuma

 30 yaşımda bir dinginlik hissi gelmişti. Bu his hoşgörü ve kabullenişi de kolaylaştırdı hayatımda. Ben kabullendikçe işler daha rayına girmeye, sorular cevap bulmaya, kısır döngüler noktalanmaya başladı. Hayal kurmak yerine gerçeklerle değerlendirmek, sonucu az çok tahmin etmeme yardım ediyordu. Telaşlarım hep başkaları için oldu. Her şeye ve herkese yetişmeye çalışırken, kendime kimi zaman haksızlık ediyordum. Kendime ayırdığım zamanlarım ise çalışma anlarım olarak devam etti. İnsan sildim demeyeceğim. Kimse hayatının bir dönemine şahitlik etmiş ya da yol yürümüş olduğu bir insanı tamamen silmemeli. O zamanı çöpe atmış olurum diye düşünüyorum. Ancak, bir bebeğin motor becerisi için oynadığı ilk oyuncaklardan olan, boşluk şeklini algılayıp , parçayı o boşluğa koyması gibi, kimi nereye koymam gerektiğini öğrendim. Can şöyle demişti ‘bir insanın eğer sana faydası yoksa, zararı vardır.’ Doğruydu. 25 yaşımda öğrendiğim bu cümleyi , 30 yaşımda idrak edip, 40 yaşıma kadar yanımda taşıdım. Kendimi hayal kırıklığından korudum bu yolla. Yanımda olması için ısrarla hak vermeye çalıştığım, aradığım sorduğum babamın, bu konuda hiçbir hevesinin olmadığını, ilişkimizin sadece benim çabamla yılda 1-2 pastanede çay içmek olduğunu anladığımda kendisine de açık ifade ederek görüşmeme kararı aldım. Sanırım en net ifadem buydu. Belki de en çok yaralandığım yerim olduğu içindi. Bu bana hayattaki büyük bir ağırlığı hafifletmek hissini verdi. Bir süre acıma, kendimi suçlamaya eğilim, merak etmelerim evinin önünden geçmelerimden sonra, bu duygularımı da hissetmez oldum. Hiç babası olmamış biri, hiç arabası olmamış biri gibi olabilir. Heves eder. İyi otomobillere bakar iç geçirir. Keşke der. Hiç yoktan 4 teker iyidir der. Ta ki ilk külüstürünü alana kadar. İllallah ettirir. Yağmurlu günde bindiğin , trafiğin en işlek yerinde bozulan, yürüsen daha az ıslanacağın yağmurda hem suya düşmüş gibi eden hem diğer sürücüleri engellediğin için mahcup olduğun, hem de durduk yere borca girdiğin o araç yaka silktirir. Olmaz olsun dersin. Daha iyisi olmalı dersin… pişman eder. Tamir ettirirsin, her şey yolundadır, mükemmel geçmiş bir günübirlik tatil dönüşü, daha yola çıkamadan çalışmadığını farkedersin. Mağduriyetin kişisellikten çıkar, getirdiklerini ve bozulan otomobili de geriye şehre döndürmek mecburiyetinde kalırsın. Bunun gibi işte. Şanslıysan sıfır km bir araç ile ilk deneyimini yaşama ihtimali gibi. İyi baba sahibi olma ihtimali de var tabii. Bizde olmadı işte. Mesela ilk arabamın modelini yükselte yükselte , çok sevdiğim modelde bir araba aldım. Öyle güzel geliyor ki uzun zaman olmasına rağmen bazı jelatinlerini sökmedim. Sürekli şükrediyorum. Ama babamı kendime baba yapamadım. Model model yükseltemedim. Bir adım öteye götüremedim ilişkimizi. Şu an farkettiğim ya da dürüstçe kendime itiraf ettiğim şey, bir baba figürü tarafından başımın okşanmasını ve takdir edilmeyi beklemek çok konuda beni fazlasıyla yordu. Mücadelem hep erkek tarafından başarılı kadın olarak görülmek oldu. Başarılı ama özverili, sadık , mütevazi de olmalıydım. erkek tarafından Herhangi bir hakkım teslim edildiğinde de ona minnettar olmak zorundaydım hatta bundan zevk duyuyordum . 3-4 sene önce Babamın arkadaşlarına benimle görüşüyormuş gibi konuştuğunu duydum. Benimle övünmüş. İçten içe gururlandım. Eski günlerdeki gibi… halbuki şimdi düşününce sadece onun çocuğu olduğum için benimle övünmesini isterdim. 

Artık 40 yaşındayım. Geriye bakıyorum, onun başaramadığı evimizin geçimini sağladım, sevmediği abimi sevdim, bıraktığı annemi kucakladım. Binemediği arabaya biniyorum. Sahip olmadığı eve sahibim. Bir tek kendi kendimi sevmediğimi farkettim . Kendimle ilgili iç seslere kulak tıkadığımı farkettim. Annemin kocası, abimin babası, yeğenimin dedesi, dedemin damadı, 3 yıllık eşimin annesi olmaya çalıştığımı yeni farkettim. O hep hayalini kurduğum sonsuz kredi sunan babalardan biri oldum. Her şeyi hallederiz diyen, ekmeğini getirip önce evini doyuran bir adam oldum. Bu beni gereksiz bir mücadeleye soktu ve etrafımdakileri de şımarmış birer çocuk yapmaya başladı. 

Kendim için en iyi yaptığım şeylerden biri psikolog desteği almak oldu. Kafamdaki sekmeleri kapatmayı öğrendim. Dağınık bir dolabın içini düzenleyince gelen o his gibi. Her seansta sarsıldım. Annesini bir hafta ayrılık sonrası gören çocuk gibi psikoloğumu görüp ağladım. Övündüğüm özverilerimle kendimi nasıl da değersizleştirdiğimi, kendime gölge muamelesi yaptığımı, kendimi önce kendim takdir etmediğimi gördüm. Kocam beni evlenmeye layık bulduğu için minnet duyduğumu, kendimi buna layık görmeyenin aslında kendim olduğunu gördüm. Başkalarını hoş görürken Kendimi cezalandırmaktan hiç geri durmadığımı farkettim. Eğer param olursa işim olursa beni severler. Benden faydalanırlarsa beni severler ararlar gelirler takdir ederler bilincimle yüzleştim. Beni ben olduğum, güler yüzüm , tatlı dilim, sohbetim için sevebilirlerdi. Onların zalimlikleri , beni yok saymaları şımarıklıkları beni incitiyordu ama ellerine bu özgürlüğü veren bendim. Dur demediğim sürece nerde duracağını bilmeyen bir sürü insan oldu etrafımda . Hepsi de sevdiklerim. Bu yüzden emek ettiğin , ilmek ilmek ördüğün kazağı yakasını örerken farkettiğin bir hatada sökmek gibi. Görmezden gelmekle sökmek arasında gidip geldim. Sökersem emeklerim ziyan olacak, yeniden örmek zaman alacak, ip ilk formunu kaybetmiş olacak. Sökmezsem yakasını kollarını da öreceğim ama hep o hatayı göreceğim ve hatta görmemek için o kazağı kaldırıp dolabın en üstüne atacağım. Görüp de canımı sıkmasın diye. Zor gelse de sökmeye başladım. İlmekler sökülürken takıldı. Yer yer düğümlerle uğraştım. Kopmasın diye dikkatli oldum ve yavaş davrandım. Sabırla sökerken bir baktım ki önümde bir arap saçı var. Dolaştırmadan aynı sakinlikle yumak haline getirdim. Şimdi yeniden örüyorum. Tabii ki emek istiyor ama bittiğinde güzel olacak. Nerde ilmek hataları yaptığımı biliyorum ona göre dikkatli davranıyorum. 

Bir metafor yaptım psikoloğuma ‘elimde tek bir anahtarla her kapıyı açabileceğimi sanıyordum. Şimdi her kapının anahtarının farklı olduğunu anladım ve boşa yanlış anahtarla zorlamanın beni sadece yoracağını ve kilidi zedeleyeceğini gördüm’ dedim. Herkese aynı mesafede olmama gerek yok. Her derdimi çalışarak görmezden gelemem, herkes beni sevmese de olur, bir ebeveyn ya da bakım veren kişi birey olmama yeter, KONTROL BENDE olmasa da işler yürür, hayat akar, Süer büyür, abim konuşur ve annem mutlu olur. 

10 Ağustos 2025 Pazar

Yaz dostum

 Aslında başlık başkaydı, bir anda Barış Manço söylemeye başladı. 

Çocuksun, düştün. Etrafa baktın kimse yok. Dizlerini ellerinle silkeledin ve yarana baktın üfledin. Kalktın ve kaldığın yerden devam ettin.

Aynı çocuksun, düştün. Arkana dönünce annenle göz göze geldin. Feryat figan ağlayarak annenin kucağına koştun.dizlerini elleriyle sildi, sana çaktırmadan Yarana baktı. Üfledi. Onun sıcak göğsüne başını yasladın ve ıslak, kızarmış gözlerinle anneni izleyerek uykuya daldın. 


Çocuksun , teneffüs zili çaldı. Koşarak aşağı indin. Kantinde sıra kapıdan taşmış. Tostun kokusu içini gıcıklıyor. Arka bahçeye yürüdün bir taşın üstüne oturdun ve öylece ağaçları, çalı çırpıyı izledin. Fonda cırcır böcekleri, yaz geldi gelecek. Elini taşın toprağın üstünde gezdirirken, Arkadaşlarının yaşamlarını , üst başının ütüsünden, ayakkabısından ve kantinde neler seçtiğinden az çok kestirebiliyorsun. Onlardan eksik olduğunu biliyorsun ama söylemiyorsun. Onları geçebilmek için yapabileceğin tek bir şey var ;Derslerdeki başarın. Sınıfa hevessizce çıktın. En öndeki sırana oturdun. İkinci el kitabının önceden karalanmış sayfalarına daldın. Hepsinden daha akıllı olduğunu maddeleştireceksin. Öğretmen girdi. Gösteri sırası sende. Hiç telaşsız, kantinden aldığı tostu yarım bırakmış, bir ağaç kenarına koymuş , gazlı içeceğinin kalanını ise yanında getirmiş, marka ayakkabılı süs köpeği ağzı açık seni izlerken, oturduğun yerden bile tüm alkışları topladın. Tekrar teneffüs zili çalana kadar yıldız sensin. Bunun bir ömür böyle olacağını biliyorsun. Bir teneffüs süresi kadar kısa karamsarlık ve bir ders süresi kadar uzun mutluluklara sahip olacaksın. Bir başkası sana bunu sağlamıyorsa kendin yapacaksın. 


7 Kasım 2022 Pazartesi

 Sizi üzmekten, kırmaktan imtina eden insanların, size karşı bir eksikliğini örtme çabasında olduğunu düşünmeniz büyük yanılgı. Hiçbir tevazu sonsuz şekilde karşılıksız sürmez. Kırılmak istemiyorsanız, kırmayın.  

10 Aralık 2021 Cuma

 aşk, o zaman aşk

Allahım ateşlere yürüyorum, acı ile büyüyorum....

5 yaş...

Keşke olmasaydı...

Hala boğazımda bir düğüm

Canım abim 

Seni çok seviyorum 

11 Kasım 2021 Perşembe

Üzer

Beni üzer

Dişi eksik bir gülümseme 

Üstüne yemek dökmüş ve o kıyafetle oturan bir yaşlı 

Diz yapmış pijamalı bir meczup

Sümüğü akmış, yoksul çocuk

Eski, bozuk arabaya binmiş erkek

Çirkin , sevimsiz hayvanlar

Gariban baba

Çaresiz anne

İçimi acıtır…

11 Ağustos 2021 Çarşamba

 yıl 2021... Söylemediğim bir şey yüzünden iftiraya uğradım. Bunu sevimlileştirmenin bi manası yok. Baya dümdüz iftira işte. Olmayan bir şeyin olmadığını, nasıl ve neden kanıtlamaya çalışayım ki... 

Anlamayana mi kızayım, laf taşıyana mi kızayım, inanana mi kızayım? Hepsi aynı oranda çirkin gözümde. Hayatımda ilk defa, hür irademle alanımı korudum. Hayır dedim, mesafe koydum. İlk defa ayıp olur karşı tarafa demedim. Saygı duymayana asla saygı duymuyorum. 

14 Mart 2020 Cumartesi

     Mezarlık Çiçekçileri

     Mezarlığın önündeki çiçekçiler... Bana hep az iş yapan esnaflar gibi gelirlerdi. Ölümler bana yaklaşınca öyle olmadıklarını anladım.
     İnsanlar elindekileri kaybettiklerinde, zamanında yapmadıkları her şey adına kendilerini sorguya çekerler. Hala bir şeyler yapabileceklerini düşünürler. Oysa artık çok geçtir.
Mesela ölüler kendilerine alınmış çiçekleri kalkıp koklayamazlar. Bu, çiçeği alanın gönül alma çabasıdır. Mezardaki kişinin soluyamadığı oksijeni kendisi soluyormuşçasına bir mahcubiyetin getirisidir. Daha önce mezarda yatana bir çift çorap almamış bile olsa, yarı diri yarı yumuşak ama asla ücretini haketmeyen çiçeği alır ve toprağın üstünde kurumaya bırakır.
     Geçtiğimiz yazın en çorak günlerinden birinde, sabah 08:30 sularında, anneannemi bir hastanenin morgundan yıkama odasına alıp, müslüman bir görevli kadınla beraber yıkadım. Bir sürü dini zırvayı kadından dinledim ve hiç sesimi çıkarmadım. Neden mi? Anneannem duyup üzülmesin diye. Yaşarken kendisiyle çatıştığım anlardan deliler gibi pişman olduğum için soğuk bedenine sıcak elimle dokunarak onu ısıtmaya çalıştım. Öte yandan 'Aferin kızıma' dediğinden de o kadar emindim ki... Öldükten sonra annem onu görmekten korkup bulunduğu odadan çıkmış. Ölmüş olduğunu bildiğim halde gücenmesin diye cenaze aracı gelene kadar yanından ayrılmadım. Bu yaptığım bana seslendiği anlarda onu duymazdan geldiğim üç beş  kısa anın da pişmanlığını barındırıyordu. Sonuç olarak anneannemi en son ben gördüm, en son ben öptüm ve kefenledim. Sonrası klasik defin töreni. Derme çatma evlerin olduğu, okulun olmadığı köyümüzün merkezindeki camide, 40 derecenin üstünde sıcaklıkta, muhtemelen abdest almaya fırsat bulamamış insanlar tarafından, apar topar kılınan namazın ardından, büyük bir beceriksizlikle kazılmış bir mezara koyduk onu.
    Yaklaşık 2 hafta sonra dedem kabir ziyareti yapmak istediğinde hiç ikiletmeden onu köyümüzdeki mezarlığa tekrar götürdüm. Onca zamansızlığa rağmen bunu yaptım çünkü ileride pişman olmak istemiyordum. Asıl sebep de, dedemin son yıllarda anneanneme katlanamıyor, onu sürekli eleştiriyor, aynı odada bile oturmak istemiyor oluşundan kaynaklı pişmanlığını tüm benliğimle hissediyor oluşumdu. Dedem istese de kendi başına gidemezdi. Bu konuda birinin yardımına muhtaçtı. Vicdanıyla savaşıp durduğuna emindim ve yardım etmek istedim. Gittik... Dedemi bir kabrin mermerine oturttum. Arabaya yürüyüp bir damacana suyu kucakladım. Getirdiğimiz fidanları annemle beraber  mezarın başına diktim. Dedem bizi izlerken can sularını veriyordum. Biz bunu yaparken dedem hafifliyordu. Sanki 65 yıllık karısına borcunu ödüyor gibiydi.
     Karısının hemen yanı başındaki ileride kendi gömüleceği yeri belirgin hale getirmek istedi. Büyük taşları mezarlığın her yanından topladık, zor güç taşıdığımız taşları yine tam onun istediği gibi döşedik. Daha belimizi doğrultmadan hadi gidelim diyerek bastonuna davrandı. Her zaman yapardı bunu. Eğer hareket zamanı geldiyse o hareket etmiştir bile... Anneannemin gönlünü almıştı kendince. Birgün yanı başında yatacağına dair güvence de  vermişti hatta.  Onu iyi anlıyordum. İçten içe, iç sesimle verdiğim kavgalardan yine kendimle uzlaşarak çıkmak için yıllarca verdiğim savaşlarım var. Hepimizin var. Belki gerçekte bir şey ifade etmez ama iyi ki var.