21 Ekim 2019 Pazartesi

Ben bahane sevmiyorum bunu anladım. Bahaneler artık beni sadece güldürüyor Neyse ki artık dinlemek de gülmek de istemiyorum. gözden düştünüz geçmiş olsun.

13 Ekim 2019 Pazar

Kendi teşhisimizi koymak önemli. Yanlış yaptığımızı kendimize söylemek de...

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Yeni yeni hisler tanıyorum. Daha önce literatürümde olmayan kelimeler gibi.

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Ben: Hmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm Sessizlik... (Uyumaya yakın küçük küçük inlerdim babam gülerdi, bunu hatırladım) Ben: Babama bazen nazım geçerdi. Genelde beni severdi. İsmail: kız çocuğu sevilmez mi ya?

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Kusurluyuz... İnsanoğlunun en büyük kusuru, tecrübe etmeden ders alamamak. Bir anne kızına kalıtsal aktarım yoluyla bir tecrübe bırakamıyor. Bir baba oğluna kitap okuma alışkanlığını içgüdüsel olarak aktaramıyor.

5 Haziran 2019 Çarşamba

     takıntılarımız uğruna, kişileri olmaları gereken yerden uzaklaştırıyoruz. Onları başka kişiler olduklarına ikna etmeye çalışıyoruz. İlk fırsatta kendileri olunca da üzülüyoruz.

30 Mayıs 2019 Perşembe

İnsan sıkılınca, üzülünce yazmak istiyor. Şikayet edecek kimseniz yoksa kaleme kağıda sarıyorsunuz demek. Düşündüm canım abimi, yazdığını sanmıyorum. Sıkılınca yazamamak onu ne kadar yoruyordur. Yazmayan, yazabildiğinin farkında olmayan herkes için üzüldüm bir an.
Vazgeçmişlik üzerine bir yazı bu. Bedenimin etrafına yayılmış ruhum. Ruhum uyuşmuş. Ruhum yorulmuş. İsyan, talep, haykırış yok. Kırılmışlık, vazgeçmişlik var. Ne uğruna diyorum yani. Ne gerek var diyorum. Herkes tarafını seçmiş, herkes kendi köşesinde. Ben de köşemi kabullendim. Savaşmak istemiyorum. Bitti o çılgın koşturmaca. Sonuçta ne uğruna...

10 Mart 2019 Pazar

7 Mart 2019 Perşembe

  . Kişilerin diğer kişiler üzerinde yaratmaya çalıştığı 'gözümden kaçmaz' algısı ne kadar da basitleştiriyor onları. Bi derdini anlatıyorsun ben tahmin etmiştim diyor, senin için bile çok spontane gelişmiş bir olay oluyor, ben farkındaydım diyor. Yahu farkındaydın, tahmin etmiştin ya da biliyordun o zaman seni neden rahatsız ediyor.
     İnsan, yaşamının her anını satranç oynar gibi yaşayamaz. Eğer bir yerde planlanmış ve planlandığı gibi yaşanmış bir hayat varsa emin olun ben yokum. O robotik dünyaya hiç saygı duyamadım. Nerde akşam orda sabahtan bahsetmiyorum. Duyguların ve içgüdülerinle yaşadığın bir hayattan bahsediyorum.
     Doğrular ve yanlışlarla, mutluluklar ve pişmanlıklarla tüm kararlarımı kendim verip her şeyi göze alarak uyguladığım için memnunum. İyi ki böyle yapmışım. İyi ki olmamam gereken yerde, değer görmediğim yerde, sevgiye boğulmadığım yerde olmamışım. İhtiyaç sıralaması su,yemek ve sevgi-saygı. Herhangi biri yoksa ölürüm. Sevgiye olan açlığım sürekli. Suyu içtikten sonra yine susarsın. Bunun gibi. Sevildiğimi sonuna kadar hissettikten emin olduktan sonra yine buna emin olmak, duymak, hissetmek isterim. Zamanı geldiğinde sevildiğimi herkes bilsin isterim. Çiçeğe bile sadece su yetmez. Onu bile sularken seversen en güzel renklerini verir sana. Güneşe çevirirsen, endişelendirmezsen, düzenini bozmazsan yıllarca yemyeşil kalır.
   
     Söylenecek çok şey var ama şimdilik bu kadar.

8 Şubat 2019 Cuma

Son zamanlarda tiyatroya sıklıkla gitmeye başladım. Dün akşam Hakikat Elbet Bir Gün oyununu izledim. 120 dakikalık tek parça bir oyundu. Bunu öğrendiğim an sıkılmaya başladım. Gereksiz tekrar eden replikler vardı. Öyle ki bu replikler bitince şükredenleri duydum. Gizem Erdem silik görüntüsüne rağmen bir kabak ağacı ve bir köpek taklidi yaptı ki, inanılmaz başarılıydı. İki kadın oyuncunun da sesleri çok güzeldi. Berkay Ateş'i eski arkadaşım Murat'a benzettim. Bulundukları 25-30 m2 lik alanda gösterebilecekleri en aktif performansı sergilediler. Yağmur sahnesi, balık sahnesi, sorgulanma sahnesi hepsi çok güzeldi. Ama özellikle Son sahne gözlerimi doldurdu. Bir annenin evladının hakkını ararken, kendinin de oğlu gibi düşünmeye başlaması çok etkileyiciydi. Onun dışında hala alaışamadığım bir tiyatroya özgü fazlasıyla abartı rol yapma olaylarına çok yer verdiler. Bu da beni oyundan kopardı. Siyaset eleştireyim derken de toplumu bölmemek gerek diye düşünüyorum. Bi tarafı övmenin en kolay yolu diğer tarafı gömmek. Neden kolayı seçiyorlar anlamıyorum. Hatırlamak için yazıyorum.

3 Şubat 2019 Pazar

Dünya, ne kadar güzelsin 
Ne kadar geçici 
Sen mi geçiyorsun, 
Biz mi?
Ölenin öldüğünü bilmemesi ne güzel 
Kalanların başı dertte...

Bir anne kaç yaşında ölürse evladı ağlamaz... Bu soruyu sordum durdum kendime iki gündür.  Her saniye yüzlerce insanın öldüğü, bizim bunu bildiğimiz ama hiç etkilenmediğimiz gerçeği ile yüzleşip kendimi temize çıkardım. Akladım kendimi, hayatta kalma dürtüsü diye. Hayatı bir yerinden hayatınıza dokunmuş, hatta varlığından varolmuş bir gerçekliğe karışmışsa ruhunuz, sesini hiç duymadığınız birinin ölümüne kayıtsız kalamıyorsunuz.
Oysa nasıl da normal geliyor ölüm, kanıksanmış yaşlılık sıfatıyla yan yanayken. Her ne sıfatla olursa olsun insanın annesi bi kere ölüyor işte. Kor ateşi toparlayan demirden bir soba kovası insanın ciğerinde... Tarifi mümkün olmayan acılı bir uyuşukluk. O çaresizliğine derman olmaya çalışıp olamamanın verdiği eksiklik. Keşkeler, acabalar, oldu olanların birbirleriyle kavgaları. Uyuşmuş beynin ve gözlerinle gelen taziyeleri kabul etmek ve teşekkür etmek zorunda olmak. Bir mantık hatası yok mu? Saçlar kırlaşmış, çoluk çocuğa karışılmış olabilir ama bir çocuk annesiz kalmadı mı en nihayetinde. Odasına çekilip katıla katıla ağlamak, hatıralara sarılmak değil mi en büyük ihtiyacı. Gel gör ki bırakmayacaklar. Bütün hüzün, acı, keder ve pişmanlık sırtındayken, hayatın normal akışını yakalamak zorunda kalacak.
Evlatlarına sarıl, o güzel annenin saçları kır çocuğu... Annen seni şefkatle sarardı. Sen küçüktün ve düştüğün zaman kaldırır öperdi yaralarını. Hiç şikayet etmeden yıkardı toza toprağa bulanmış terli yüzünü. Bunları düşün. Anne evladından hep razıdır. O senden razı... Kabri nurla dolsun...

28 Ocak 2019 Pazartesi

Zaman zaman aklını başına toplarsın. Silkelenir, biraz kendine söylenir, mantıklı davranmaya karar verirsin. Gel gelelim kalp hep mantığa galip gelir. Hatta mantığıyla yürüyen insanda kalp mi olur diye düşünürüm. Kalp ki ne kalp; taktırır pembe gözlükleri gözüne tekrar.
Peki sonra ne mi olur... Bir gerçek gelir, yüz tane umudunun, bin tane hayalinin üstüne düşer. Umutlar ve hayaller hep gelecek için değil midir. Ha yakın gelecek Ha uzak gelecek. Eğer artık umut ve hayallerinin bir çıkarı yoksa o zaman gelecek de mi yok acaba. Mantık dedim ya, bunun tek mantıklı açıklaması bu.
Bir de kalp sızısı var ki, yaşarken tarif etmesi çok güç olan. Şöyle söyleyeyim, kılıçtan keskin bir bıçakla enlemesine sıyırıp alır zar gibi ince bir parçayı kalbinden. Bu tarif çok eksik. Çünkü sızlarken yazamıyorum.

15 Ocak 2019 Salı

Sazı elimize alalım mı. Soru işareti koymadım çünkü değerli bir öğretmenim bundan hoşlanmazdı, ben de hala her soru cümlesinden sonra soru işareti koyup koymamak konusunda tereddüt ederim. Sevdiğim insanların huylarını almak beni çok mutlu eder. Sanki onlar gibi düşünür ve biraz da onlar olabilirim bu sayede. Ve bu taklit etme zamanla yerini benimsemeye bırakır. Asla gocunmam, sevgiyle devam ederim. Sevdiğim biri sabaha kadar konuşsun dinlerim. Anlamak için gözünün içine bakarım. Öğretsin diye dizinin dibinden ayrılmam.
     Ölünceye kadar öğrenmeye, bilmeye olan tutkum bitmeyecek biliyorum. Sevilmeye de. Belki de sorun sendedir dedi bir dost geçen gün. Hatta durduk yere bu cümleyle girdi konuya. Şöyle dedim, 'Herkesin derdi biraz da kendiyle. Aştığım dertlerim de oldu aşamadıklarım da. Benim de karmaşalarım var. Bazen birilerinin yerinde olmanın hayalini kuruyorum, bazen de öyle olmadığım için şükrediyorum.' Bunu söyledim çünkü o an kendimi aşağılanıyor hissedip, kavgaya tutuşacaktım. Sonra ansızın bir iç ses toparladı beni. Ben kusurlarımı da, karşımdakinin kusurlarını da seviyorum. Hatta o kadar kusurluyum ki, karşımdakinin kusurları beni ona daha çok yaklaştırıyor bağlıyor. Ben kusurlu seviyorum belki. Ama iki kusurlu insan bir araya geldiğinde çok kusursuz birliktelikler çıkar ortaya. Pürüzler birbirine kenetlenince ne yıkılır ne de su sızdırırlar. Karşımdakinin kusurlarını, zaaflarını, eksiklerini görmede üstüme yok, bu da benim yeteneğim diyelim. Ama neden saklanır ki. Kusursuz olmaya çalışma çabası her türlü ilişkinin yorucu ve kafa karıştırıcı olmasına sebep değil mi.     Kusursuz değiliz, yüzümüze değilse de eleştiriliyoruz. Eleştiriye tahammül edemiyoruz. Şahsen mükemmel olduğumu söyleyen sesi bir ömür dinlerim. Derdim sevilmek, beğenilmek. Sıradan bir kadın gibi. İlgi görmemek beni bi süre sonra sıkar. Uzaklaşmam gerektiğini düşünür ve aksini yaparım. Daha fazla ilgi gösterip 'burdayım' diye sessiz çığlıklar atarım. Her an gözünün gördüğü yerde olmaya çalışırım. Sonunda hüsran. Tüm dil dökmelerim, ilgim ve emeğim karşılıksız kalınca, lunaparktan ebeveynimizin aldığı, hiç sönmeyecek sandığımız, dipdiri, renkli, 2 gün boyunca tavana yapışık duran balonun bir sabah yerde bulunması gibi biter heyecanım. Yumuşayıp buruşan balonu elimize alır ve o tırtıklı buruşukluğun arasından tozlu kokuyu Son kez duyarız. 2 günlük birliktelik boyunca neden daha fazla eğlenmediğimizi sorarız içten içe. İşte sorunumuz bu. Bir şey bizimken, zaman duracak sanıyoruz. Zaman onun için duracak ama diğer her şey için akacak. En önemsiz şeyler için bile saatler harcayıp, küçük bir anımızdan  ödün vermiyoruz. Sonuçta kaybediyoruz. Eşyayı, parayı, aşkı, arkadaşlığı, insanları.
     Ben de kaybedilenler ve kaybedenler cephelerinde sıkça bulundum. Her ikisi de beni çok yaraladı, her ikisi de bana dersler verdi. Bu gidişattan aldıklarımla kazandıklarımla avunmaya baktım.
Aldık sazı elimize, devamı gelir. Sadece hatırlamak için yazıyorum...