8 Şubat 2019 Cuma

Son zamanlarda tiyatroya sıklıkla gitmeye başladım. Dün akşam Hakikat Elbet Bir Gün oyununu izledim. 120 dakikalık tek parça bir oyundu. Bunu öğrendiğim an sıkılmaya başladım. Gereksiz tekrar eden replikler vardı. Öyle ki bu replikler bitince şükredenleri duydum. Gizem Erdem silik görüntüsüne rağmen bir kabak ağacı ve bir köpek taklidi yaptı ki, inanılmaz başarılıydı. İki kadın oyuncunun da sesleri çok güzeldi. Berkay Ateş'i eski arkadaşım Murat'a benzettim. Bulundukları 25-30 m2 lik alanda gösterebilecekleri en aktif performansı sergilediler. Yağmur sahnesi, balık sahnesi, sorgulanma sahnesi hepsi çok güzeldi. Ama özellikle Son sahne gözlerimi doldurdu. Bir annenin evladının hakkını ararken, kendinin de oğlu gibi düşünmeye başlaması çok etkileyiciydi. Onun dışında hala alaışamadığım bir tiyatroya özgü fazlasıyla abartı rol yapma olaylarına çok yer verdiler. Bu da beni oyundan kopardı. Siyaset eleştireyim derken de toplumu bölmemek gerek diye düşünüyorum. Bi tarafı övmenin en kolay yolu diğer tarafı gömmek. Neden kolayı seçiyorlar anlamıyorum. Hatırlamak için yazıyorum.

3 Şubat 2019 Pazar

Dünya, ne kadar güzelsin 
Ne kadar geçici 
Sen mi geçiyorsun, 
Biz mi?
Ölenin öldüğünü bilmemesi ne güzel 
Kalanların başı dertte...

Bir anne kaç yaşında ölürse evladı ağlamaz... Bu soruyu sordum durdum kendime iki gündür.  Her saniye yüzlerce insanın öldüğü, bizim bunu bildiğimiz ama hiç etkilenmediğimiz gerçeği ile yüzleşip kendimi temize çıkardım. Akladım kendimi, hayatta kalma dürtüsü diye. Hayatı bir yerinden hayatınıza dokunmuş, hatta varlığından varolmuş bir gerçekliğe karışmışsa ruhunuz, sesini hiç duymadığınız birinin ölümüne kayıtsız kalamıyorsunuz.
Oysa nasıl da normal geliyor ölüm, kanıksanmış yaşlılık sıfatıyla yan yanayken. Her ne sıfatla olursa olsun insanın annesi bi kere ölüyor işte. Kor ateşi toparlayan demirden bir soba kovası insanın ciğerinde... Tarifi mümkün olmayan acılı bir uyuşukluk. O çaresizliğine derman olmaya çalışıp olamamanın verdiği eksiklik. Keşkeler, acabalar, oldu olanların birbirleriyle kavgaları. Uyuşmuş beynin ve gözlerinle gelen taziyeleri kabul etmek ve teşekkür etmek zorunda olmak. Bir mantık hatası yok mu? Saçlar kırlaşmış, çoluk çocuğa karışılmış olabilir ama bir çocuk annesiz kalmadı mı en nihayetinde. Odasına çekilip katıla katıla ağlamak, hatıralara sarılmak değil mi en büyük ihtiyacı. Gel gör ki bırakmayacaklar. Bütün hüzün, acı, keder ve pişmanlık sırtındayken, hayatın normal akışını yakalamak zorunda kalacak.
Evlatlarına sarıl, o güzel annenin saçları kır çocuğu... Annen seni şefkatle sarardı. Sen küçüktün ve düştüğün zaman kaldırır öperdi yaralarını. Hiç şikayet etmeden yıkardı toza toprağa bulanmış terli yüzünü. Bunları düşün. Anne evladından hep razıdır. O senden razı... Kabri nurla dolsun...