28 Ocak 2019 Pazartesi

Zaman zaman aklını başına toplarsın. Silkelenir, biraz kendine söylenir, mantıklı davranmaya karar verirsin. Gel gelelim kalp hep mantığa galip gelir. Hatta mantığıyla yürüyen insanda kalp mi olur diye düşünürüm. Kalp ki ne kalp; taktırır pembe gözlükleri gözüne tekrar.
Peki sonra ne mi olur... Bir gerçek gelir, yüz tane umudunun, bin tane hayalinin üstüne düşer. Umutlar ve hayaller hep gelecek için değil midir. Ha yakın gelecek Ha uzak gelecek. Eğer artık umut ve hayallerinin bir çıkarı yoksa o zaman gelecek de mi yok acaba. Mantık dedim ya, bunun tek mantıklı açıklaması bu.
Bir de kalp sızısı var ki, yaşarken tarif etmesi çok güç olan. Şöyle söyleyeyim, kılıçtan keskin bir bıçakla enlemesine sıyırıp alır zar gibi ince bir parçayı kalbinden. Bu tarif çok eksik. Çünkü sızlarken yazamıyorum.

15 Ocak 2019 Salı

Sazı elimize alalım mı. Soru işareti koymadım çünkü değerli bir öğretmenim bundan hoşlanmazdı, ben de hala her soru cümlesinden sonra soru işareti koyup koymamak konusunda tereddüt ederim. Sevdiğim insanların huylarını almak beni çok mutlu eder. Sanki onlar gibi düşünür ve biraz da onlar olabilirim bu sayede. Ve bu taklit etme zamanla yerini benimsemeye bırakır. Asla gocunmam, sevgiyle devam ederim. Sevdiğim biri sabaha kadar konuşsun dinlerim. Anlamak için gözünün içine bakarım. Öğretsin diye dizinin dibinden ayrılmam.
     Ölünceye kadar öğrenmeye, bilmeye olan tutkum bitmeyecek biliyorum. Sevilmeye de. Belki de sorun sendedir dedi bir dost geçen gün. Hatta durduk yere bu cümleyle girdi konuya. Şöyle dedim, 'Herkesin derdi biraz da kendiyle. Aştığım dertlerim de oldu aşamadıklarım da. Benim de karmaşalarım var. Bazen birilerinin yerinde olmanın hayalini kuruyorum, bazen de öyle olmadığım için şükrediyorum.' Bunu söyledim çünkü o an kendimi aşağılanıyor hissedip, kavgaya tutuşacaktım. Sonra ansızın bir iç ses toparladı beni. Ben kusurlarımı da, karşımdakinin kusurlarını da seviyorum. Hatta o kadar kusurluyum ki, karşımdakinin kusurları beni ona daha çok yaklaştırıyor bağlıyor. Ben kusurlu seviyorum belki. Ama iki kusurlu insan bir araya geldiğinde çok kusursuz birliktelikler çıkar ortaya. Pürüzler birbirine kenetlenince ne yıkılır ne de su sızdırırlar. Karşımdakinin kusurlarını, zaaflarını, eksiklerini görmede üstüme yok, bu da benim yeteneğim diyelim. Ama neden saklanır ki. Kusursuz olmaya çalışma çabası her türlü ilişkinin yorucu ve kafa karıştırıcı olmasına sebep değil mi.     Kusursuz değiliz, yüzümüze değilse de eleştiriliyoruz. Eleştiriye tahammül edemiyoruz. Şahsen mükemmel olduğumu söyleyen sesi bir ömür dinlerim. Derdim sevilmek, beğenilmek. Sıradan bir kadın gibi. İlgi görmemek beni bi süre sonra sıkar. Uzaklaşmam gerektiğini düşünür ve aksini yaparım. Daha fazla ilgi gösterip 'burdayım' diye sessiz çığlıklar atarım. Her an gözünün gördüğü yerde olmaya çalışırım. Sonunda hüsran. Tüm dil dökmelerim, ilgim ve emeğim karşılıksız kalınca, lunaparktan ebeveynimizin aldığı, hiç sönmeyecek sandığımız, dipdiri, renkli, 2 gün boyunca tavana yapışık duran balonun bir sabah yerde bulunması gibi biter heyecanım. Yumuşayıp buruşan balonu elimize alır ve o tırtıklı buruşukluğun arasından tozlu kokuyu Son kez duyarız. 2 günlük birliktelik boyunca neden daha fazla eğlenmediğimizi sorarız içten içe. İşte sorunumuz bu. Bir şey bizimken, zaman duracak sanıyoruz. Zaman onun için duracak ama diğer her şey için akacak. En önemsiz şeyler için bile saatler harcayıp, küçük bir anımızdan  ödün vermiyoruz. Sonuçta kaybediyoruz. Eşyayı, parayı, aşkı, arkadaşlığı, insanları.
     Ben de kaybedilenler ve kaybedenler cephelerinde sıkça bulundum. Her ikisi de beni çok yaraladı, her ikisi de bana dersler verdi. Bu gidişattan aldıklarımla kazandıklarımla avunmaya baktım.
Aldık sazı elimize, devamı gelir. Sadece hatırlamak için yazıyorum...