14 Mart 2020 Cumartesi

     Mezarlık Çiçekçileri

     Mezarlığın önündeki çiçekçiler... Bana hep az iş yapan esnaflar gibi gelirlerdi. Ölümler bana yaklaşınca öyle olmadıklarını anladım.
     İnsanlar elindekileri kaybettiklerinde, zamanında yapmadıkları her şey adına kendilerini sorguya çekerler. Hala bir şeyler yapabileceklerini düşünürler. Oysa artık çok geçtir.
Mesela ölüler kendilerine alınmış çiçekleri kalkıp koklayamazlar. Bu, çiçeği alanın gönül alma çabasıdır. Mezardaki kişinin soluyamadığı oksijeni kendisi soluyormuşçasına bir mahcubiyetin getirisidir. Daha önce mezarda yatana bir çift çorap almamış bile olsa, yarı diri yarı yumuşak ama asla ücretini haketmeyen çiçeği alır ve toprağın üstünde kurumaya bırakır.
     Geçtiğimiz yazın en çorak günlerinden birinde, sabah 08:30 sularında, anneannemi bir hastanenin morgundan yıkama odasına alıp, müslüman bir görevli kadınla beraber yıkadım. Bir sürü dini zırvayı kadından dinledim ve hiç sesimi çıkarmadım. Neden mi? Anneannem duyup üzülmesin diye. Yaşarken kendisiyle çatıştığım anlardan deliler gibi pişman olduğum için soğuk bedenine sıcak elimle dokunarak onu ısıtmaya çalıştım. Öte yandan 'Aferin kızıma' dediğinden de o kadar emindim ki... Öldükten sonra annem onu görmekten korkup bulunduğu odadan çıkmış. Ölmüş olduğunu bildiğim halde gücenmesin diye cenaze aracı gelene kadar yanından ayrılmadım. Bu yaptığım bana seslendiği anlarda onu duymazdan geldiğim üç beş  kısa anın da pişmanlığını barındırıyordu. Sonuç olarak anneannemi en son ben gördüm, en son ben öptüm ve kefenledim. Sonrası klasik defin töreni. Derme çatma evlerin olduğu, okulun olmadığı köyümüzün merkezindeki camide, 40 derecenin üstünde sıcaklıkta, muhtemelen abdest almaya fırsat bulamamış insanlar tarafından, apar topar kılınan namazın ardından, büyük bir beceriksizlikle kazılmış bir mezara koyduk onu.
    Yaklaşık 2 hafta sonra dedem kabir ziyareti yapmak istediğinde hiç ikiletmeden onu köyümüzdeki mezarlığa tekrar götürdüm. Onca zamansızlığa rağmen bunu yaptım çünkü ileride pişman olmak istemiyordum. Asıl sebep de, dedemin son yıllarda anneanneme katlanamıyor, onu sürekli eleştiriyor, aynı odada bile oturmak istemiyor oluşundan kaynaklı pişmanlığını tüm benliğimle hissediyor oluşumdu. Dedem istese de kendi başına gidemezdi. Bu konuda birinin yardımına muhtaçtı. Vicdanıyla savaşıp durduğuna emindim ve yardım etmek istedim. Gittik... Dedemi bir kabrin mermerine oturttum. Arabaya yürüyüp bir damacana suyu kucakladım. Getirdiğimiz fidanları annemle beraber  mezarın başına diktim. Dedem bizi izlerken can sularını veriyordum. Biz bunu yaparken dedem hafifliyordu. Sanki 65 yıllık karısına borcunu ödüyor gibiydi.
     Karısının hemen yanı başındaki ileride kendi gömüleceği yeri belirgin hale getirmek istedi. Büyük taşları mezarlığın her yanından topladık, zor güç taşıdığımız taşları yine tam onun istediği gibi döşedik. Daha belimizi doğrultmadan hadi gidelim diyerek bastonuna davrandı. Her zaman yapardı bunu. Eğer hareket zamanı geldiyse o hareket etmiştir bile... Anneannemin gönlünü almıştı kendince. Birgün yanı başında yatacağına dair güvence de  vermişti hatta.  Onu iyi anlıyordum. İçten içe, iç sesimle verdiğim kavgalardan yine kendimle uzlaşarak çıkmak için yıllarca verdiğim savaşlarım var. Hepimizin var. Belki gerçekte bir şey ifade etmez ama iyi ki var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder